İslâm’da Şehâdet ve Önemi
İslâm’da Şehâdet ve Önemi
Şehadet, bir kulun Rabbi’yle yaptığı “can verip Cennet alma akdi”nin adıdır. İslamiyet şu güne dek fedâkâr şehitlerimizin kanıyla tevarüs etmiştir. Bu yüzden şehit olmak, güneşin doğması için yıldızın batmasına benzer. Yıldızların batması her ne kadar kayıp gibi telakki edilse de Güneşin doğuşuna zemin hazırladığı için önemlidir, değerlidir. Bunun için “Şehidin mirası zaferdir” denilmiştir.
Allâh Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Allâh’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allâh’dan gelen nimet ve keremin; Allâh’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler”[1] şeklindeki ayet-i kerimelerle şehitlerin ahiret hayatına irtihallerinden sonra nail olacakları güzel âkıbetleri bizlere haber vermektedir.
Şehadet, bir Müslüman’ın en büyük hayali ve son nefesi için temenni edebileceği en büyük ümniyesidir. Nitekim Hz. Peygamber (sallAllâhu aleyhi ve sellem): “Allâh yolunda savaşıp öldürülmeyi sonra diriltilmeyi ve öldürülmeyi, tekrar diriltilmeyi ve öldürülmeyi, tekrar diriltilip öldürülmeyi isterim”[2] buyurarak şehadet rütbesine tekrar tekrar erişebilmenin ne denli tatlı bir rütbe olduğunu ifade buyurmuştur.
Şehidin ne denli önemli bir rütbeye yükseltildiği başka bir hadis-i şerifte ise şöyle ifade edilmektedir: “Şehidin dışında Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şeye sahip olmak üzere dahî olsa, tekrar dünyaya dönmeyi istemez. O, görmekte olduğu iyilikten dolayı tekrar dünyâya dönmeyi ve on kere öldürülmeyi temenni eder.”[3]
Şehide bahşedilen önemli bir haslet de ölüm acısını hissetmemesidir. Bir kısım hadislerde[4] ölüm acısının bin kılıç darbesinden daha şiddetli olduğu bildirilmesine rağmen şehitle ilgili şöyle buyurulmaktadır: “Şehit ölüm acısını, sizden biriniz çimdiklemenin acısını hissettiği kadar hisseder.”[5]
Cenâb-ı Hakk (Celle Celâlühû); “Onlarla savaşın ki Allâh, sizin ellerinizle onların cezasını versin”[6] buyurmaktadır. Bu ayet-i kerimeye göre şehid olan kişi Allâh Teâlâ’nın sebepler dairesinde kendisinin gücünü kullanarak düşmanı mağlup ettiği kişidir. Bu yüzden mümin hayatının her deminde son nefesinde şehadet muştusuyla ferahyap olabilmenin düşleriyle yaşamalıdır. Bu niyet müslüman bir kişinin her halükarda şehit olarak ahirete göçmesine vesile olacaktır. Nitekim Allâh Resulü (SallAllâhu Aleyhi ve Sellem): “Kim kalbinden sadık bir niyetle Allâh’dan şehadet isterse, yatağında ölse bile Allâh onu şehidlerin mertebelerine ulaştırır” buyurmaktadır.[7]
Şehit inandığı hak dava uğruna, sahip olduğu en değerli şeyi olan canını feda etmektedir. Kavuşulan mertebenin yüksekliği uğrunda feda edilen şeyin pahası üzerinden değerlendirilir. En değerli şeyini feda eden şehit hiç kuşkusuz en kıymetli şey olan Cennet ve Cemalullâh’a kavuşmaktadır. Bu, Allâh’ın onlara bahşetmiş olduğu muazzam bir nimettir. Mümin kendi adına böyle bir şeyi talep ettiği gibi nesli ve zürriyeti adına da talep etmelidir. Efendimiz (Aleyhissalâtü Vesselâm)’in Süleyman (Aleyhisselam) adına anlattığı şu hadise konumuz açısından mühimdir; Süleyman ibn Dâvûd (Aleyhisselam): “Yeminle söylüyorum ki, ben bu gece yüz hanımı, yâhud doksan dokuz hanımı dolaşırım da, onların her biri Allâh yolunda cihâd edecek bir süvari doğurur” dedi. Arkadaşı kendisine: “İnşâAllâh de” dedi. Fakat o İnşâAllâh demedi.(Bütün kadınları dolaştı), neticede bir tek kadın müstesna, kadınlardan hiçbiri hâmile kalmadı. Hâmile kalan o tek kadın da yarım bir erkek çocuğu (dünyâya) getirdi. Muhammed (SallAllâhu Aleyhi ve Sellem)’in nefsi elinde olan (Allâh)a yemin ederim ki, eğer Süleyman İnşâAllâh deseydi, o çocukların hepsi de Allâh (azze ve celle) yolunda birer süvârî olarak muhakkak cihâd ederlerdi”.[8]
Allâh Teâlâ Kerîm olan kitabında “Sen ne kadar haris olsan da insanların çoğu iman edecek değillerdir”[9] buyurmasına rağmen bir başka ayette “Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allâh için oluncaya kadar onlarla savaşın”[10] buyurmaktadır. Bu iki ayeti düşündüğümüzde ortaya çıkan şey; Allâh Teâlâ’nın bizden zafer değil sefer beklediğidir. Bize düşen İ’lâyı Kelimetullâh yolunda gayretkeş olmak ve bu uğurda malımızla canımızla cihat etmektir. Şehitlik bu çabanın müsmir bir neticesi ve çekilen zorlukların ulvî bir mükâfatıdır.
Bizler de şehitlerimizi devamlı hatırlamalı ve onların mirası konumundaki dinimize, vatanımıza ve bilcümle mukaddesatımıza sahip çıkmalıyız. Onlar adına gerçekleştirdiğimiz merasimler, yaptığımız hatimler ve dua programları bahsettiğimiz hatırlamanın günümüzdeki en güzel tezahürüdür.
[1] Âl-i İmrân, 169-171
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, No: 10442, Buhari, “Kitâbu’l-îmân, No: 36, Bezzâr, Müsned, No: 7670, Taberânî, el-Mu’cemu’l-evsat, No: 7656
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, No: 12771, Buhari, “Kitabu’l-vihâd ve’s-siyer”, No: 2662, Müslim, “Ebvâbu’l-imâre”, No: 4902
[4] Ali el-Müttaki, Kenzu’l-ummâl, No: 42158
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, No: 7953, İbn Hibbân, Sahih, No: 4655, Taberânî, el-Mu’cemu’l-evsat, No: 280
[6] Tevbe, 14
[7] Müslim, “Kitâbu’l-imâre”, No: 1909, İbn Mâce, “Kitabu’l-cihâd”, No: 2797, Taberânî, el-Mu’cemu’l-evsat, No: 3079
[8] Buhari, “Kitabu’l-cihad ve’s-siyer”, No: 2664
[9] Yusuf, 103
[10] Bakara, 193